Tuesday, December 05, 2023

“Gerçeğ”in gerçeği,

 


“Gerçeğ”in gerçeği,


İnsan beyni tarafından işlenen bilişsel yapıların, örneğin “yeşil” gibi soyut kavramların, içsel bir gönderme (referans) noktasına sahip olmadığı iddiası, derinlemesine bir felsefi incelemeyle  idealizmin temel taşlarına dokunmakta ve bu düşünceyi çağdaş bilişsel bilimle birleştirmektedir. Görüşümüzce, somut/soyut ayrımı ile algıladıklarmızı anlatsak bile, “yeşil” de “ağaç” da eşit boyulu ve ağırlıklı olarak soyut kavramlar olarak beyinde işlemlenir. 


İdealist bir bakışacısından bakıldığında, bu iddia, varlığın temelde algı tarafından şekillendiği temel ilkeye dayanmaktadır. Filozof Bishop Berkeley'nin "var olmak algılanmaktır" ilkesi, gerçekliğin varoluşunun algılayan bir zihinle bağlantılı olduğunu öne sürer. Bu bağlamda, “yeşil”gibi soyut kavramlar da, algılananın bir ürünü olarak, zihinsel bir yapı oluşturur. Renk algısındaki öznel değişkenlik, idealist bakış açısına uygun olarak, bireyler arasındaki farklı tepkilerin, gözlemcinin zihinsel süzgecinden kaynaklandığını vurgular.


Bilişsel bilim ve nörofelsefi perspektifler bu ideali destekler. Nöral yapısalcı teoriler, “yeşil” gibi soyut kavramların, nöral süreçlerin kompleks etkileşimi sonucunda ortaya çıkan ürünler olduğunu ileri sürer. Bu teori, bireysel deneyimlerin ve bağlamsal faktörlerin, zihinsel temsillerin oluşumunu yönlendirdiğini öne sürer. Dış uyarıcılar ile algısal deneyimler arasındaki eşleşmenin tam olmaması, “yeşil” gibi bilişsel yapıların içsel bir dış referansa ihtiyaç duymadığı argümanını güçlendirir.


Buna ek olarak, nöroplastisite kavramı, deneyimlerin beyin yapısını nasıl şekillendirebileceğini açıklar. “Yeşil” gibi soyut kavramların, dinamik nöral ağların etkileşimiyle nasıl evrildiği konusundaki anlayışımızı derinleştirir. Bu perspektif, yeşil boya gibi bilişsel yapıların, dış gerçekliğin içsel bir yansıması yerine, zihinsel bir sürecin kompleks bir ürünü olduğu tezini pekiştirir.


Genel olarak, bu felsefi analiz, idealizmin temel ilkelerini günümüz bilişsel bilimle birleştirerek, soyut kavramların, örneğin “yeşil”, zihinsel bir inşa ve algı süreci olduğu düşüncesini güçlendirmektedir. Renk algısının öznel doğası ve nöral süreçlerin etkisi, bilişsel yapıların varoluşunu, dışsal referanslara değil, zihinsel süreçlerin derinliklerine bağlar. Bu bağlamda, bilişsel yapıları içsel bir referans noktasına atfetmek yerine, onları zihinsel deneyimlerin karmaşıklığı içinde anlamak gerektiği düşünce dünyasını öne çıkarır.


Felsefi açıdan, insan beyninde ve hatta gerçek algılanan evrende herhangi bir şey için içsel bir referans noktasının var olmadığı iddiasını desteklemek, idealist ve şüphecilik geleneğinde yankı bulur. İdealizm, gerçekliğin algıyla karmaşık bir şekilde bağlantılı olduğunu ileri sürer, bu da kavramların, öznel deneyimin dışında bağımsız bir varoluğa sahip olmadığını öne sürer. Bu düşünce, Berkeley gibi filozoflar tarafından savunulmuş olup evrenin temel olarak algılayan zihne dayandığını ima eder.


Dahası, radikal şüphecilik, insan bilişinin sınırlarını vurgular, herhangi bir nesnel referans noktasının kesinliğini sorgular. Eğer algılarımız yanıltıcı ise veya bilişsel mekanizmamız doğuştan sınırlıysa, en temel referans noktasının bile ulaşılamaz hale gelmesi muhtemeldir. Bu felsefi duruş, genellikle Descartes gibi düşünürler tarafından temsil edilir ve bizi dışsal bir gerçekliği anlama konusundaki bilişsel süreçlerimizin güvenilirliğini sorgulamaya davet eder.


Bu felsefi temelleri benimseyerek, benim iddiam destek bulur; bu, bir referans noktasının gizemli doğasının sadece insan zihninin karmaşık alanı değil, aynı zamanda gerçek sanılan ve algılanan evrenin daha geniş bağlamında da var olduğunu öne sürer. Bu bakış açısı, gerçekliğin doğası üzerine devam eden tartışmalara katkıda bulunur, ve bize dünyayı algılama ve anlama temellerimizi yeniden değerlendirme zorunluluğunu gösterir.


Görüşümüz, bilişsel bilim ve felsefenin özellikle algı ve deneyim doğası alanında belirli yönleriyle uyumludur. Bilişsel bir bakış açısından, yeşil renk ve ağaç kavramının beynimizde benzer şekilde işleniyor olması, algının somut deneyimin üzerindeki rolünü vurgular. Zihinsel temsillerin oluşumunda desen tanıma ve renk veya şekil ile ilgili nöral aktivasyon gibi bilişsel süreçler etkilidir.


Felsefi açıdan, yaklaşımımız düşünce, deneyimin öznel doğasını vurgulayan perspektiflerle uyumludur. Renk yeşil veya ağaç gibi dış nesneleri algıladığımızın, zihnimizin dışsal bir gerçekliğin özünde var olan bir özelliğini değil, zihinsel bir oluşumunu yansıttığı fikriyle örtüşmektedir. Bu, algılanan dünyamızı şekillendirmede zihnin etkin rolünü vurgulayan idealist felsefeyle uyumludur.


Görüşümüz, bilişsel bilim ve felsefenin karmaşık etkileşimini, dış dünya anlayışımızın oluşumunda nöral süreçler ile öznel deneyimler arasındaki karmaşık ilişkiyi vurgulayan ilginç bir kesişimi yansıtmaktadır.

No comments: