Tuesday, December 05, 2023

“Orta Dünya” Nedir?

 “Orta Dünya”  Nedir?


İnsan algısı, evrim yoluyla dikkatlice şekillenmiş, gerçekliğin parçalarına ve yüzeysel yönlerine sınırlıdır. Görme, tatma, dokunma, koku ve işitme gibi beş duyu, "orta dünya" olarak adlandırdığım bir sahne içinde varoluşun dokusunu oluşturur. Bu ifadenin daha önce kullanılıp kullanılmadığı belirsizdir, ancak burada benim tarafımdan buluş olarak benimsenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu nedenle insan algısı, hatta en primitif yaratıklar olan köpekbalıkları veya acınası hamam böcekleri ile karşılaştırıldığında bile oldukça sıradan ve temel bir deneyim sunar. Aklımızın şu anda sahip olduğumuz gelişmiş bilgi ve bilimle tahmin edebileceğimiz duyuları bir kenara bırakın. Çünkü orta dünya beynimiz ve orta dünya bedenimizle sınırlıyız, bu nedenle evreni keşfetmemiz ve dünyanın gerçekliğini anlamamız mümkün olmayacak. Makinelerimiz yapamadığımızı yapsa bile, her şey hala orta beynimizin filtrelerinden geçmeli ve orta bedenimizle başa çıkmalıdır. Şu anda beynimiz vücudumuza kıyasla çok daha gelişmiş durumda olsa da, ne yazık ki vücudumuz 300.000-500.000 yıl öncesine aittir. Bu nedenle, bedenimiz, beynimizden daha çok orta dünyadır, ancak maalesef beynimiz vücudumuzun bir parçasıdır ve onunla sıkışıp kalmıştır. Çünkü canlı olmak için ona ihtiyaç duyar.


Bu uyumsuzluk, algısal sınırlarımızı aşmamızı ve evrenin özünü anlamamızı engelleyen temel bir engel ortaya koyar. Bilimsel bir bakış açısıyla düşünüldüğünde, duyularımız, mevcut duyusal bilginin sadece çok küçük bir kesimini seçici olarak ileten birer aracı olarak işlev görür ve biyolojik ihtiyaçlarımızı karşılamak için bir gerçeklik inşa eder. Evrim, duyusal aparatımızı sürekli olarak geliştirse de, orta dünya'nın hayatta kalma odaklı talepleri tarafından kısıtlanır. Duyularımızın belirli dalga boylarını algılama yeteneksizliği, gama ışınları gibi bazı frekansta algılamamız gereken bilgilerin eksikliğini vurgular.


Filozof Immanuel Kant, algımızın doğası gereği öznel olduğunu ileri sürdü ve bizim kendi bilişsel çerçevelerimizin lensinden gerçekliği deneyimlediğimizi öne sürdü. Bu öznelik, sadece fenomenleri kendi gözlemlerimize göre kavrayabileceğimizi, bağımsız olarak var olanlar gibi kavrayamayacağımızı belirtir. Kant'ın bakış açısı, orta dünyanın öznel bir yapı olduğu düşüncesini destekler, duyularımızın ve bilişimizin biyolojik ihtiyaçlarımıza hizmet etmek için şekillendirdiği bir yapı.


Buna karşılık, bilimsel realizmi savunan Richard Boyd gibi isimler, bilimsel teorilerin nesnel olarak gerçekliği tanımlamayı amaçladığını savunurlar. Bu bakış açısından, bilimsel araştırma yoluyla evreni anlama çabası, insan algısındaki öznelikleri aşmayı hedefler. Ancak duyusal kısıtlamalarımızla evrenin geniş yelpazesine meydan okunması, bu bilimsel çabanın etkinliğini sorgular.


Beynimiz ile evrenin karmaşıklığı arasındaki bilişsel tutarsızlık tekrar eden bir tema olmuştur. Filozof Thomas Metzinger, "Ben Tüneli" kavramını inceleyerek, bilincimizin doğru bir tasvirinden ziyade kısıtlı bir temsil olduğunu öne sürer. Bu, orta beynimizin algıda bir tünel oluşturduğu fikriyle uyumludur ve sonsuzluğu kavrama yeteneğimizi sınırlar.


Ancak, gelişmiş bilişsel yetilerimizle eski vücudumuz arasındaki paradoksal ilişki, orta dünya varoluşumuzun sınırlamalarını uzlaştırmada yaşadığımız zorlukları örneklendirir. Beynin plastisitesini inceleyen nörolojik perspektifler, bilişsel kapasitemizi artırma olasılığını beraberinde getirir, böylece şu anda ulaşamadığımız gerçekliği anlamak mümkün olabilir.


Sonuç olarak, insan algısının karmaşıklığı, sıkıca “orta dünya”paradigmalarına yerleşmiş, evreni anlamanın doğasında temel bir engel oluşturuyor. Bilimsel ve felsefi söylem, algımızın sınırlarının meydan okuduğu bir dünyada birleşir, bilişsel varlığımızın özünü sorgular. Kant ve Metzinger'in felsefi içgörülerinden Boyd'un savunduğu bilimsel realizme kadar, gerçekliğin daha derin bir anlayışını arayan bir yolculuk, aynı anda hem felsefi hem de bilimsel bakış açılarını kapsar.

No comments: