Monday, November 04, 2024
Savunmasızlığın Dili
Savunmasızlığın Dili
Oğuz Türk
Anadil dışında bir dil bilmek, genellikle önemli bir değer olarak kabul edilir. Farklı kültürlere kapılar açar, hoşgörüyü artırır ve dünya çapında bir bakış açısı geliştirir. Ancak bu olumlu yaklaşım, işgal altındaki toplumlar için köklü bir değişim geçirir. İşgalcinin dili ile işgal edilenin dili arasındaki güç dengesi, burada belirleyici olur.
İşgalcinin dili resmî dil olarak dayatıldığında, derin bir değişim başlar. Dil sadece bir iletişim aracı olmaktan çıkar, aynı zamanda kültürel bir öğreti aracı hâline gelir. Eğitim, tarih ve düşünce aracılığıyla, işgalcinin anlatısı işgal edilen halkın bilincine işler ve bu süreç, kimliklerin zamanla silinmesine yol açar. Nesiller geçtikçe, bu süreç bir zamanlar işgal edilen halkı tanımlayan farkların ortadan kalkmasına, işgalci ile işgal edilen arasındaki sınırların bulanıklaşmasına neden olur.
Güney Azerbaycan örneği, bu olgunun güçlü bir göstergesidir. Kaçar İmparatorluğu’nun 1925’te çöküşünden sonra, İran hükûmeti Farsçayı resmî dil olarak zorunlu kıldı. Bu dil dayatması, Fars kültürünü ve tarihini yüceltirken, Azerbaycan Türklerinin özgün kimliğini sistemli bir şekilde yok etmeye başladı. Bir zamanlar kendi dili, müziği ve gelenekleriyle zengin olan bu kültür, işgalcinin anlatısının gölgesinde kalmış durumdadır.
Bugün, neredeyse yüz yıl sonra, bu dilsel tahakkümün sonuçları oldukça açıktır. Birçok Azerbaycan Türkü artık kendisini İranlı olarak tanımlamaktadır, çünkü Fars diliyle aldıkları eğitim, onları işgalcinin kültür ve düşünce yapısına içselleştirmiştir. Özellikle dikkat çekici olan nokta şudur: İrancılık ve Fars şovenizmini savunanların neredeyse tamamı etnik olarak Güney Azerbaycan kökenlidir. Farsça eğitim aldılar, dili benimsediler ve Fars kültürünü öven eserler üretirken, kendi miraslarını göz ardı ettiler. Bu, derin bir ironi yaratır: Kendi kültürlerini koruması gerekenler, onun yok edilmesine hizmet eden kişiler hâline geldiler. Bir sözde, onlar milletler zindanı olan İran’ın gardiyanları oldular.
Bu durum önemli bir içgörü sağlar: İşgalcinin dilini bilmek, insanları savunmasız hâle getirebilir. Kişi, egemen kültürle etkileşime girdiğinde—edebiyatını okuduğunda, tarihini özümsediğinde ve okullarda öğretilen düşünce sistemlerini kavradığında—asimilasyon riski ortaya çıkar. İşgalcinin dili, kişinin kendini egemen anlatı içinde ait hissetmesine neden olurken, onu kendi kültüründen ve tarihinden uzaklaştırır.
Bu bağlamda Farsça, Güney Azerbaycan’da “savunmasızlığın dili” hâline gelmiştir. Bu dil, işgalcinin dünya görüşünü kabul etmeye yönelik bir kültürel ve zihinsel esneklik yaratarak, insanları kendi miraslarından uzaklaştırır. Bu dili benimseyen kişiler, farkında olmadan kendi kültürlerini silen bir düzeni devam ettirirler.
Bu olgu, dilin daha geniş bir gerçekliğini açığa çıkarır: Dil, nötr bir araç değildir; düşünceyi, kimliği ve kültürel bağlılığı şekillendiren güçlü bir varlıktır. İşgal altındaki bölgelerde dil, kimlik ve özgürlük mücadelesinin sürdüğü bir savaş alanına dönüşür. İşgalcinin dilinin dayatılması, kültürel bir yok oluşa, dilsel bir sömürgeleşmeye neden olur ve işgal edilen halk, kendisini yabancı anlatıların içinde kaybeder.
Düşüncemizce, savunmasızlığın dili bir paradoks doğurur. Başka bir dili bilmek, bireylerin yaşamlarını zenginleştirip kültürler arası anlayışı artırırken, işgal bağlamında öz kimliğin silinmesi riskini de taşır. Kültürel kimlikleri koruyabilmek için dilin bu çift yönlü doğasını kavramak önemlidir—bağ kurma gücü ile tahakküm etme potansiyelini aynı anda taşır. Bu dinamiği anlamak, insanlığın zengin dokusunu oluşturan farklı kültürlerin korunması için büyük bir öneme sahiptir.
Oğuz Türk
2018
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment