Wednesday, September 11, 2013
Wednesday, August 14, 2013
GAIP supports Yeni GAMOH's human rights activists
South Azerbaijan is bleeding to death. ...
South Azerbaijan is drying up.
South Azerbaijan is dying from thirst, from hunger.
South Azerbaijan is crying for help.
Yet, who can stop the bleeding? Who can put stop to the intentional and deliberate ecological and social disaster caused by terrorist Iranian regime, upon the Lake Urmu?
Who will put an end to Persian-Iranian terrorist mollas systematic annihilation of South Azerbaijani Turks livelihood in every aspect? South Azerbaijan is an occupied land for over 80 years now, and on the way of complete assimilation to Persian-Iran system. Either by mass media, forced and mandatory Persian education, or by forced exiles by millions, arrest, tortures, and murders, terrorist molla regime is destroying South Azerbaijan as the land, and over 30 million Turks as the inhabitants.
In the chain of random and illegal arrests of thousands of Azerbaijani Turks, there are members of Yeni GAMOH organization's leadership, who are in Iranian prison. To protest the dire situation of prisoners, and illegality of the arrests, Dr. Latif Hasani, Mr. Behbud Qolizade, Mr. Mahmud Fazli, Mr. Shahram Radmehr, Mr. Yurush Mehralibegli, senior members of Yeni GAMOH, with many others in prison started a hunger strike. For almost a month now, that they are continuing with their protest. They were beaten, tortured, with no visit from lawyers, and medical personal. Their physical situation is getting worse by day and by hour. They risk their lives to voice the grievances of South Azerbaijani Turks under the hands of butchers of Persian-Iran terrorist regime. Who will voice their pain and suffering? Who will let the world know that, a complete civil and peaceful protest and demand of basic human rights, such as education in mother tongue, or would end up in loosing freedom, social status, family, and ultimately life?
Who will draw the attention of Human rights NGOs and world governments to the destruction of a nation and their land by the most oppressive and repressive occupying force in the world. The world should know that Persian-Iran occupation is destroying South Azerbaijani Turks.
Who is to help us? Who will hear us? Who? CBC? CNN? BBC? Which news agency? Who will risk an animosity with Iran's mollas? Who will go to war with the evil?
From here, and by this note, we are crying out to the free world's human rights organizations, news agencies, and media:
Here you are! The news! Isn't that what you are looking for? Isn't that news, and specially dramatic news of death and destruction you are looking for and paying for? Aren't you looking for pain and suffering of human to talk about? Aren't human tragedy your bread and butter? Here you are! We are paying by our lives. Do we qualify less than a Palestinian, or an Israeli? Are we less news worthy than protesters who were roughed up in Gezi Park of Istanbul? Aren't we suffering enough? Aren't we human too?
We are human too. We are under unimaginable and inhuman treatment of archaic and apocalyptic terrorist regime of Persian-Iran. With the mixture of extremist Shia doctrine of Islam and extremist Aryan nationalism of Persian Iran, Iranian terrorists have nothing to lose. If they die in the process of plundering of South Azerbaijan and murdering of its Turkish population, they will go to heaven to spend time with 72 virgins infinitely. But we.... We want to live. We want to live peacefully in our own motherland, Azerbaijan. We want to run our own affairs. We want our own government. We want independence. We want freedom. We want democracy. We deserve to live like our sisters and brothers in Republic of Azerbaijan and Turkey. We want to be considered a human. A free human, in his/her own land.
Yet and again, as we just want to live in peace, we are dying in Iranian torture dungeons. Members of Yeni GAMOH leadership, our brothers and sisters, in war on Persian-Iran evil which is fallen upon South Azerbaijan, are dying in their almost a month of hunger strike. They, and hundreds and thousands like them are dying under Persian-Iranian occupation, to live, and to protest the death of a nation.
By this, we are asking Amnesty International and all human rights organizations in the world to be true to their responsibilities and their conscience. To be conscious of brutal inhumanity imposed upon a peaceful nation who is in front line of fighting a war with the most horrible and deadliest of the axis of evil, Iran. We ask Amnesty International to protest, with us, the barbarism of Persian-Iran regime, and to protest, deliberate human rights violations of Iranian terrorist regime in occupied South Azerbaijan.
South Azerbaijani Human Rights Center
Toronto, Canada.
2013
Thursday, July 18, 2013
''muharibe ba Xuda''
''muharibe ba Xuda'',
''Allah ile savaş'',
Bu ne söz?
Nece olur bu iş?
Allah'la da savaş mı olur?
olur mu?
olur?
Olmaz!
Olur....
Bu Allah dedikleri harda?
Gelsin biraz onunla bir iki el ''müharibe'' yapaq!
Tavla oynamaq kimin gelir adamın qulağına.
Ancaq daha tehlükelidir qaliba.
Ona göre,
Kimsenin bu işe qalxışmasını bile,
Tevsiye etmem.
Asla...
''Bu mollalar da adamı lap ele ele salıblar haaa!''
Axı,
Deyen yoxdur:
Axmaq kişinin oğlu,
Allah'ılan da ''müharibe'' olar?
Heç dexli var eh...!
Alay eliyirem.
Mende o güc hardaydı?
Olan iş değil.
Adamın ciğerini çıxardar.
Çiğ çiğ çeyner.
Sonra,
Bir de adama ciğer oluşdurar.
Bir de çıxardıb yemek üçün.
Düzü bu ki,
Men ondan çox qorxuram.
Varlığından da,
Yoxluğundan da,
Qorxuram.
O zaman ki var idi,
Meni her zaman güder kimin idi.
Kölgesini,
Çiğnimin üstünde,
Duyardım,
Her zaman.
Onun gözleri ne yatardı,
Ne onu mürgü tutardı.
Her zaman bilen ve eşiden idi.
Onun elinden heç yere qaçıb gizleneceğim yoxuydu.
Bir sığınaq,
Bir gizlenek,
Yox,,,
O,....
Her yerdeydi.
Başımda,
Oğrun oğrun,
Sıradan düşüncelerimi bile bilirdi.
Onun ağırlığını,
Her zaman canımın üstünde duyumsardım.
Küçüklükden ona sevgi, ve ondan qorxu,
Mene buyurulmuşdu.
Men ise,
Heç zaman,
Sevgi ve qorxuyu,
Bir biriyle bağdaşdıra bilmemişdim.
Menim beynimde,
Sevgi ve qorxu,
Tam ters yerlerdeydiler.
Men Allah'dan,
Yalnız qorxurdum.
Onu,
Nece ve neden,
Seveceğimi,
Heç zaman,
Analaya bilmedim.
Ondan her zaman qorxurdum.
Çox qorxurdum.
Odunları adamlardan olan,
Odda yanmaqdan,
Eqreblerin,
İlanlrın sancmağından,
Ve,
Sonsuzacan süre bilen işkencelerden.
Qaynar qurşunların boğazıma dökülmeğinden.
Her yerimi kesib,
Yaralarıma duz sepilmeğinden.
Derimi soyub,
Bir de soymaq için deri üretilmesinden.
Terse asıb,
Canıma her türlü inciklik verilmesinden qorxuram.
Ax... Adam olmaqdan bıxdım.
Ne qorxuncuymuş adam olmaq.
Ne ağırıymış bu adamlıq yükü?
Yox,
Men adam olmaq istemirem.
Kaşka,
Bir qurd olaydım.
Sibri çollerinde,
Sergerdan...
Ancaq,
İndi ki o yoxdu.
İndi ki onu yuxarılardan,
Yavaş yavaş,
Aşağalara çekib,
Onlan seherecen güreşmişem,
Eyağım altına salıb,
Ağzına ağzına ezmişem.
Döşemişem, topbuz topbuz, sert yumruqları,...
İndi ki onu öldürüb,
Etini yemişem,
Gemiklerini de,
İtime atmışam.
İndi de,
Hele de,
Yoxluğundan qorxuram.
Demek,
Bu Allah'dan qurtuluş var,
Ancaq qorxusundan yox.
Demek qorxu,
Adamın canına girenden sonra getmek bilmir.
Deyirem:
Bu qorxuyu da söküb atsaydım,
Varlığımdan,
Bütün qurtuluşa,
Yollar açılırdı.
Belkem...
Oğuz Türk
2000
Tuesday, July 02, 2013
Gelecek Azerbaycan Türkünündür.
SORU: SİZ ESALET OLARAQ İRAN'IN HANGI MİLLİYET YA QOVMLARINDANSINIZ?
Yanıt: ''Milliyet ya qovm e İran'' söylevi bütünlükle yanlış ve yahaltıcı bir termindir.
İran'a bağlı olan milliyet ya qovm diye bir şey yoxdur. Türk milleti var. Böyük Türk budununun (millet) bir parçası İran deyilen yerde esir olmuş ve zülüm altında can verir. İran işqalçıdır, ve Azerbaycan işqal olunmuşdur. Fars hakim milletdir, ve Türk mehküm milletdir. Burda bir bağlılıq söz qonusu değildir. Olan ilişgi, zalim ilen mezlum arasında, hakim ile mehküm arasında, işqalçı ile işqal olunanın arasında, ve yenen ve yenilenin arasındakı bir ilişgidir. Mene göre, İran varsa, Azerbaycan yoxdur, ve bilekis. İran varlığı indiki dünya şertlerinde, Türk varlığının ziddinedir. Deferlerce vurqulamışam, burda da bir yol deyirem, '' indi İran düşüncesi Azerbaycan düşüncesiyle qarşı qarşıyadır, ve birinin varlığı öbirinin yoxluğundadır.'' Bu tezi İran düşüncesinin bilginleri 80 ilden çoxdur ki anlamışlar, ve Azerbaycan'ı her yoldan yox etmekde ellerinden geleni esirgememişler. Bu Azerbaycan ve Türk düşmanlığı geçmiş 20 ilde daha da şiddetlenmiş durumdadır. Onun da belli nedeni elbette ki Quzeyde bağımsız Azerbaycan devletinin kök salması, ve Türkiye devletinin gün be gün güclenmesidir. Bunu anlamaq ve alıqılamaq heç de çetin değildir. İndiki ve bölgedeki geopolitik ve sosioekonomik şertler, Azerbaycan ve İran düşüncesini qarşı qarşıya qoymuşdur. Millet olaraq, Türk ve Fars varlığının çatışma noqtasına geldiğini söyleye bilirik. Bu ap açıq aydındır. Özünü bilmemezliğe vuranlar da bu durumu değişdire bilmezler. Yalnız öz bilmemezliklerinde mutlu yaşarlar. Ama ''paradaym qaymış'' ve dalqa deyişmişdir. İran dağılmağa ve Fars milleti Türk milletine hakimiyetini elden vermğe doğru gedir. Bu ''paradaym qayması''dır. Bu dalqa deyişimidir. Gedişat, Güney Azerbaycan'ın İran esaretinden qurtuluşunu ve Türk milletinin öz namusuna, şerefine, vicdanına, diline, kültürüne, toprağına, geçmişine ve geleceyine yiye çıxmağını gösterir. Menim umudum var. Bu qaranlığın sonu gelir yavaş yavaş. İran devinin şüşesinin Tebriz xiyavanlarında yere vurmaq zamanı gelir. Men zencirlerin qırılmasının ve bağımsızlığın çiçeklenmesinin sesini eşidirem. Bu güven ve bu inanc mende Türk'e olan güvenimden ve umudumdan qaynaqlanır. Esaret qebul edemeyen Türk'e inancım, mende geleceye umut töredir ve her nefesimde diriliğimin nedeni olur. Mene göre ve bu qonuda bildiğim butun bilgilere göre, ''gelecek Azerbaycan Türkünündür.''
Sayqılarımla
Oğuz Türk
2012
İran'a bağlı olan milliyet ya qovm diye bir şey yoxdur. Türk milleti var. Böyük Türk budununun (millet) bir parçası İran deyilen yerde esir olmuş ve zülüm altında can verir. İran işqalçıdır, ve Azerbaycan işqal olunmuşdur. Fars hakim milletdir, ve Türk mehküm milletdir. Burda bir bağlılıq söz qonusu değildir. Olan ilişgi, zalim ilen mezlum arasında, hakim ile mehküm arasında, işqalçı ile işqal olunanın arasında, ve yenen ve yenilenin arasındakı bir ilişgidir. Mene göre, İran varsa, Azerbaycan yoxdur, ve bilekis. İran varlığı indiki dünya şertlerinde, Türk varlığının ziddinedir. Deferlerce vurqulamışam, burda da bir yol deyirem, '' indi İran düşüncesi Azerbaycan düşüncesiyle qarşı qarşıyadır, ve birinin varlığı öbirinin yoxluğundadır.'' Bu tezi İran düşüncesinin bilginleri 80 ilden çoxdur ki anlamışlar, ve Azerbaycan'ı her yoldan yox etmekde ellerinden geleni esirgememişler. Bu Azerbaycan ve Türk düşmanlığı geçmiş 20 ilde daha da şiddetlenmiş durumdadır. Onun da belli nedeni elbette ki Quzeyde bağımsız Azerbaycan devletinin kök salması, ve Türkiye devletinin gün be gün güclenmesidir. Bunu anlamaq ve alıqılamaq heç de çetin değildir. İndiki ve bölgedeki geopolitik ve sosioekonomik şertler, Azerbaycan ve İran düşüncesini qarşı qarşıya qoymuşdur. Millet olaraq, Türk ve Fars varlığının çatışma noqtasına geldiğini söyleye bilirik. Bu ap açıq aydındır. Özünü bilmemezliğe vuranlar da bu durumu değişdire bilmezler. Yalnız öz bilmemezliklerinde mutlu yaşarlar. Ama ''paradaym qaymış'' ve dalqa deyişmişdir. İran dağılmağa ve Fars milleti Türk milletine hakimiyetini elden vermğe doğru gedir. Bu ''paradaym qayması''dır. Bu dalqa deyişimidir. Gedişat, Güney Azerbaycan'ın İran esaretinden qurtuluşunu ve Türk milletinin öz namusuna, şerefine, vicdanına, diline, kültürüne, toprağına, geçmişine ve geleceyine yiye çıxmağını gösterir. Menim umudum var. Bu qaranlığın sonu gelir yavaş yavaş. İran devinin şüşesinin Tebriz xiyavanlarında yere vurmaq zamanı gelir. Men zencirlerin qırılmasının ve bağımsızlığın çiçeklenmesinin sesini eşidirem. Bu güven ve bu inanc mende Türk'e olan güvenimden ve umudumdan qaynaqlanır. Esaret qebul edemeyen Türk'e inancım, mende geleceye umut töredir ve her nefesimde diriliğimin nedeni olur. Mene göre ve bu qonuda bildiğim butun bilgilere göre, ''gelecek Azerbaycan Türkünündür.''
Sayqılarımla
Oğuz Türk
2012
Monday, June 24, 2013
Esremek
Men esremişem cana qıyıram
Qabı tökürem çanaq qırıram
Çaxır evinde elim havada
Qulağım küyde her an bıyıram
Oğuz Türk
2013
Oğuz Türk
2013
مه ن اسره میشه م جانا قیییرام
قابی توکوره م چاناق قیریرام
چاخیر ائوینده اه لیم هاوادا
قولاغیم کوی ده هر آن بیییرام
قابی توکوره م چاناق قیریرام
چاخیر ائوینده اه لیم هاوادا
قولاغیم کوی ده هر آن بیییرام
اوغوز تورک
2013
Monday, June 17, 2013
Sunday, June 16, 2013
Wednesday, June 12, 2013
Chapulling
''To Chapul'', ''Chapulling''
İngilizce'ye girmiş olan en yeni sözlerden biridir. Türkce'si ''Çapılcı'' ya ''Çapulcu''dur. Bu sözü 2013ün June ayının ikisinde, Türkiye başbaxanı, hakimiyete qarşı çıxanlara söylemişdi. Qarşı durmalar Türkiye ve dünya basını terefinden dillere düşenden hemen sonra, bu söz de İngilizce'ye geçiş yapmışdır.
Bu sözün bu biçimde İngiliz diline geçmesi birinci yol olsa da, ancaq, bu söz değişik biçimlerde değişik çağlarda ingilizce'ye girmiş ve biçim değişdirmiş durumdadır. Bü sözün kökü 'Ç' veya 'Ş' ve 'P' veya 'B' seslerinden düzelmişdir. Kökanlamı bir şeyi, özellikle de ağacı, aniden veya birden kesmek ve ayırmaqdır. Hemen hemen dünyanın bütün dillerine Türkce'den girmiş olan bu köksöz, her dilde bu anlamda veya ona yaxın bir yerde durmaqdadır. Bu yazıda yalnız İngilizce'deki yerinden danışırıq.
İndiki Azerbaycan Türkce'sinde, çap, çapxana, çapmaq, çapacaq, çapar, çabıq, çabuk, çaba, çapıq, çubuq, çapıcı, çapılcı, şapşap, şepit (taxtadan yapılmış başmaq),..... kimin sözler bu köksözden düzelmişdir. İndiki İngilizce'de ise, chop (çap), chopping (çapmaq), chopine (taxtadan yapılmış başmaq), Chopper (kesen), Chopper (helicopter), chopsticks (Türkce'den Çince'ye sonra İngilizce'ye girmiş), chop chop (tez, aniden), chophouse (çoxunluqda et pişirilen yemekevi), chopart (Türkce'den Fıransca'ya ve sonra İngilizce'ye girmiş, bendenin bir parçasını kesmek), vs....
Çapılcı veya çapulcu'ya gelince, bu biçiminde İngilizce'ye girmişdir, ve yeniden 'chapulling', 'chapuller', 'to chapul', vs... kimin biçimlerde anlam qazanmışdır. İngilizce'deki anlamı, ara qarışdırıcı, huluqan (Türkce), hüddülüm (Türkce), başqaldıran, direnişçi, ve bunlara yaxın anlam daşımaqdadır.
Sözlerin diller arasında nece sıvıca, biçimlenmesi ve töremesi çox ilgincdir. Gireve olduqca, dünyada danışılan dilleri, Türkce'nin nece etgilediğini daha değişik örneklerle göstermeğe çalışacağam.
Sayqılarımla
Oğuz Türk
2013
Friday, May 31, 2013
Celaleddin'den Bir Öykü
Türküstan'ın Belx'inden olan, ancaq sonra Rumlu olaraq da tanınan, Celaleddin her zaman bir Türk kimin düşünüb ancaq genel olaraq yazıları Farsca olmuşdur. O, öz çağının Orta Asıyadan tutdu ta Avrupaların Türklük düşünceleri ile yayılmış geniş bir alandan yararlanmışdır. Men 10 yaşlarımdan onun yazılarını oxuyub incelemişem. Onun sözünün inceliğini düşünüb anlamışam. Marağa Xaneqahı işqalçı İran devleti terefinden qapanmadan önce, en genc üye olaraq, Mevlevi şeyxlerinden ders alıb, Celaleddin'ın ''esrar''ına yol tapmağa çalışmışam. Hem Mesnevi'nin, hem bütün külliyatını, ve hem de Tebrizli Şems'le olduğu danışmaları ve yazışmaları oxuyub canımla anlamışam. Onu her zaman çox açıq danışıqlı, sözünü demekden heç çekinmeyen, öz sözünü yetirmek üçün heç toplumsal yasaqlardan üşenmeyen birisi bilmişem. Düşünce olaraq 'bütün özgürlüğ'e yetişmeden önce, ömrümün uzun süresi, onu özüme Movlana bilmişem. Uzun iller onunla ağlaşıb gülüşmüşem. Onu bir böyük ucsuz bucaqsız deniz görüb, içine cummuşam. Onun bir gün Tebrizli Şemse, bir gün Hüsameddine, can yaxan ve inanc yıxan sevgisini anlamışam. Onu oxumaqdan heç zaman bıxmamışam. O Türkce düşünüb Farsca yazmış, ancaq men, Farsca oxuyub, Türkce anlamışam. O mene ''Qoftem qonoqi emşeb to mera'' demiş, ve men bütün qaranlıq gecelerde onun ''qonoqu'' olmuşam. Onun genelde Farsca yazması, onun olduğu çağın qoşullarını yaxçıca anlayandan sonra, meni incitmeyib, ancaq, onu Farsca oxuyub Türkce anlayanda, her zaman derin bir hesret bütün varlığımı bürüyüb durubdur. Menim ömrüm ve durumum yeterli ve uyqun olsa, bir gün onun gerçek düşüncelerini Farsca qabığından çıxarıb, Türkce olaraq öz milletime anlatmaq isterem. Helelik, bu da, menim nisgillerimden biri olsun.
Burda, o böyük kişiden, bizim indiki durumda, İran işqalı altında, her dönemde bir türlü İran devletçiliğinin oyunlarına gelen, her yönden basqına uğramış milletime, ve yoxluğa sürüklenen milletime uyqun olduğu bir öyküyü anlatmaq istirem. Söylediğim kimin Celaleddin, öz sözünü yetirmek için ve onu beyinlerde qalıcı etmek üçün heç türlü sözden çekinmezdi. Ona göre, söz yalnız bir aracdır, ve sorumluluğu anlamın yetirmeğidir. Sözün anlamı yetirmekden öte başqa işi yoxdur. Anlam bir türlü bir beyinden öbiri beyine yetirile bilseydi, onda heç söze de gerek qalmazdı düşüncesindir. Bize göre de, Söz, yeterli olmasa da, çox çelişgili olasa da, bir beyinin öbiri beyine anlam araclarının biridir. ''Herf o sovt o goft ra ber hem zenem, ta ke bi in her se ba to dem zenem''. ''Sözü, sesi, ve söylevi yıxıb geçerem, ta ki sen ilen bu üç arac olmadan bir danışam''. O, öz sözünü yetirmek üçün, heç zaman sözde 'ağır, açıq, pis, kirli, ve uyqunsuz' sözden çekilmemişdir, ve heç zaman sözünü açıq söylemek üçün üzür dilememişdir. Men de burda ondan bir öyküyü anlatacağam. Umarım ki kimse özüne alıb, sözü anlamından uzaqlaşdırıb, ehanet, hekaret, pis sözler diyildi diye, sözü yerinden çaşdırmasın...
Türk yazın ve düşünüşün onurlarından olan Celaleddın, öz çox deyerli ''Mesnevi'' kitabında, ''arslan, tilki, ve eşek'' öyküsünde, bireysel ve toplumsal belleğin çox az olduğunu sergilemek isteyir. Biriysel veya toplumsal bellek o qeder önemli ve gereklidir ki, onsuz, hemen hemen anlamlı varlıq soru altına gedir. Nece ki, beyinde olan bellek odağı 'hippocampus' ve onunla ilgili yerleri çıxarandan sonra, o birey, daha bir ''birey'' olaraq yaşamır demekdir. Bu drurum toplum qonusuna gelince de böyledir. Bir toplumun toplumsal belleği az, yox, veya güczüz olduğu düzeyde, o toplum yaşayır ve var demekdir. 'Toplumsal bellek' özü özüne bir quşaqdan öbiri quşağa geçmir. Bir quşağın toplumsal sorumluluqlarından biri de, edindiği deneyimleri geleceye uyqunluluq ve uyqarlılıq eleğinden geçirerek gelecek quşaqlara geçirib götürmeğidir. Bu sürerlilik olmayınca, 'varlıq sürerliliği' de gözlenilmez duruma gelecekdir. Nece ki geçmişini bilmeyen ve ondan ders almayan birisi, geleceye hazırlıqsız adım atar, ve her adımda, yoxluğa yönelir. Kişi toplumlarının araşdırması gösterir ki, bu toplumsal bellek, özü özüne geçmediğine göre, her quşaq onu döne döne ve ısrarla yaşatmalı ve canlı tutmalıdır. Yoxsa geçmişin yararlı ve deyerli deneyimleri her zaman unudulub yox olmaqdadır. Bu bir quşaqdan öbiri quşağa bellek geçişi doğru yöntemle başarılı olaraq sonunlanmasa, gelecek toplum, çox qolaycasına, ''öz'' qavramını şaşıracaq, yahalmalara ayartılara düşecek, ve varlığı azaldıqca, öbiri toplumların yararlarının aracı olub, köleleşecekdir. Geçmişi ne qeder de onurlu ve şanlı olur olsun, köleleşmiş bir toplum, ''öz''ünü itirib, ''öz'' geçmişini, onun düşmanlarının yazdıqları tarix kitablarında oxuyar ve kölelikde aşağa ve az varlığını sürdürer.
Bir gün ormanların sultanı olan arslan, yaşlandığını anladığında, buyuruğunda olan tilkiye ona bir av eyarlamasını buyurar. Tilki ise bu işi düzeltmesinden, hem biraz yemek eline gelecek, hem de arslanın buyuruğunu yerine getirmekle özünü daha güvende tutmaq yararlarını düşünüb hemen yola düşer. Ormanın çox yaşıllıq, uçmağa benzer bir parçasında, bir eşeği sezer. Eşeğe yaxınlaşıb, sevgi ve sayqılarını iletenden sonra, yoldaşlıq ve xatirseverlik yolundan girib, ona daha yaşıl, daha otlu yemekli ve verimli bağlardan xeber verer. Eşek vardurumu değişdirmemek için, öz durumunun yaxçı olduğunu söyelyib, ne qeder de yaxçı olur olsun, daha yeni yerlere, yeni tanıdığı birisinin övüdü üzere getmeğe biraz soyuq baxmış. Tilki ise, daha çox ısrarlı ve diretmeli yollardan, eşeğe eseme ve düşünüş yollarıyla daha yaxçı, daha yararlı ve daha güvenli olan yere getmeyin doğru olduğunu vurqulamışdır. Uzun danışmalardan, qandırmalardan ve ayartmalardan sonra, tilki bir türlü eşeği 'sözü verilen uçmağa/ölüme' sarı yola salmış. Bir süre yol gelenden sonra, ve önceden arslanın bir kötüyün arxasında pusuya yatdığı yere yetişmişler. Arslan kükremiş ve bir anda eşeğe doğru saldırmış. Ancaq, arslan yaşlı ve gücsüz olduğundan, eşeği yere vurub buynundan tutamamış. Eşek ise bir anda sarsılıb ne olduğunu bilmemiş ve gorduğu ve onun üstüne yumulan böyük sarı bir şeye sarı soncuğa qalxıb şıllaxlamışdır. Sora da mozalayıb, en son gücü ile ordan uzaqlaşmışdır. Bir süre dordayaq çapandan sonra, nefes almış ve özüne gelib, ne olduğunu anlamağa çalışmışdır. Hem de, tanımadığı birisine uyaraq, onunla öyle sözü verilen sözde uşmaqlara getmek düşüncesine qatıldığına göre, özünü beterden qınamışdır. Ancaq peşmanlıqdan yarar yoxdur diye, öz yerinin yolu bir türlü bulub, dönmüşdür.
Öte yandan, arslan üzüntü içinde oturmış, ve aclığın etgisi bir yandan, bir yandan da, ayağına getirilmiş avı qolaylıqla, utanc verircesine, elden qaçırdmasının duyqularıyla dövünüb durmuşdu. Arslan, ayartıların uzmanı olan tilkiye üz tütüb, ondan bu durumdan çıxmağa bir çare ve çozum bulmasını buyurmuşdur.
Tilki, ''gedib o eşeği bir de getireceğim'' deyib yola düşmüş. Tilki eşeği önce gördüğü yere gedib, gine de, onu aynı yerde buldu. Eşek tilkiyi görcek üzünü sallayıb, qaş qabaq edib, onu yalançılıqla, dolandırıcılıqla suçlayıb, onu canının düşmanı olaraq adlandırıdı. Tilki ise, tam başqa yoldan girişib, ''neden salaqlaşıb, hemen qaçdın ve 'sözü verilen uçmağ'a girmedin'' diyerek, eşeğin suçlamalarına yer vermedi. Eşek öz durumdundan çox da razi olub, heç de 'sözü verilen uçmaq' hevesinde olmadığını söyledi. O, tilkinin onu hemen hemen ölüme götürdüğüne inandığını söyledi. Ancaq tilkide oyunlar, hileler, ayartmalar biten değildi. Hemen, Eşeğin sözünü kesib, ona böyük düşünceni anlamadığını ve 'sözü verilen uçmağ'ın öyle böşü böşüna qorumasız qap bacası açıq olmağı gözlenilmemeli olduğunu niteledi. O qorxunc sarı şey, gerçekde, gerçek olmayan, bir qorxuluqdur. O, 'sözü verilmiş uçmağ'ın, her sade ve sıradan birisinin girib çıxa bileceği bir yer olmadığını anlatdı. Habele, o yüksek yerin belli belirli seçginlerin yeri olduğu düzeyini qorumaq üçün, qorxuluğun gereğini qanıtladı. Eşeğe, ilk önce, bu sözler biraz inanılmaz gelse de, ancaq, tilkinin esemeli ve düşünüş yürütmeleri altında eşeğin usu qısa kesilirdi. Uzun danışıqlar ve qanıtlamalardan sonra, eşek gine de, yeniden, inandırılıb iqna olundu. Ve, tilki ile yola düşdü.
Burda, Celaleddin, sözün haraya gedeceyini oxuyucunun düş gücüne bıraxıb, böyle sözü bitirir: ''motrebe an xanqe ku ta ke teft, def zened ke xer bereft o xer bereft?''. O xanqahın eylendiricisi hardadır ki, def çalıb, eşeğin bir de getmeğini söylesin?
Oğuz Türk
2013
Sunday, May 26, 2013
Soru İle Yanıt
Soru İle Yanıt,
Kişinin beyninin işleminde, işleyişinde ve yer üzünde yaşama uymağa gerekli olduğuna göre, görünümünde, etgi-tepgi qavramı gelişmişdir. Ona göre her etginin tepgisi var, ve heç tepgi etsizi ola bilmezdir. Kişinin düşünce düzeni bu etgi-tepgi qavramı üzerine qurulmuşdur. Kişinin beyninde varlığın nece var olduğundan, ta gündelik işlerinecen bile bu etgi-tepgi qavramı ile anlam bulmuşdur. Bu gereçeyi olmayan ikilik kişi beyninin en böüyk ve en önemli yetersizliklerinden ve aqsaqlıqlarından biri olmuşdur. Düşünüş ve bilim alanında, onu bilimsizlik qaranlıqlarında ve geride tutan nedenlerden biri de ele bu ikilik açısından evrene baxış olmuşdur. Bu qısa yazıda, biz, ne etgi-tepgi qavramını ne de kişi beyninde olan ikilik yatağını açmağa qalxırıq, ancaq, beyinde ''soru ile yanıt'' qonusu, ikilik yatağından qalxmış etgi-tepgi qavramı olduğundan, bu qonuya ilişdik.
İlk önce, biçimbilimi ve anlambilimi açısından bu iki söze qısa bir göz atalım. ''Soru'' sözünün kökü 'S' ile 'R' seslerinden çox esgi Türkce sözdür. Buyuruq biçiminde kökü sayılan 'Sor'dur. Bir nesneyi birinden istemek durumuna girmek ve getirmek eylemi, demek, onu 'sormaq' olur. İndi o istenilen nesne ne olur olsun, bu 'S' ve 'R' ile düzelen söz ona uyqulanır. Türk cuğrafi bölgesinin çox geniş olduğuna göre, değişik bölgelerde çeşitli biçimler ve anlamlar daşıya bilir, ancaq, bu köksöz, öz gerçek ve öz anlamından ve biçiminden çox uzağa azmamışdır. Ana döşünden sütü 'sor'maqdan, birinin yerinden 'sor'arqlanmaqdan, birini 'sor'quya çekmekden ta birinden bir bilgiyi 'sor'mağacan uzanan ve gelişen anlamlar daşıyan bu söz Türkce'nin çox esgi sözlerindendir. Bölgenin başqa dillerine de geçmiş olan 'S' ile 'R'dan düzelmiş bu söz, 'kişi dil değişim quralları'na uyqun olaraq, ve seslileri göze almayraq, Ereb dilinde 'R', 'L'ya değişerek, ''Se'ele'' köksözüne, ve Farsca'da ''Sorağ'' sözünden örnek getire bilirik.
''Yanıt'' sözüne gelince, indiki Türk dünyasında daha az işlenilmekdedir. Türk orduları ve sonra da beyinleri Ereb basqınına uğrayandan ve yenılenden sonra, ve yaşam ve düşünce alanında Erebleşenden sonra, minler başqa sözler kimin, ''yanıt'' sözü de basdırılan, unutulan, ve qullanılmayan sözlerden biri olmuşdur.
Kökü 'yan' olan bu söz, güneşden, ya çox güclü isti sonucunda, ya od ile 'yan'maq sözünden üzaq anlamda belirlenir ve onla heç ilgisi yoxdur. Kişinin veya bir nesnenin üç boyutlu durumda, biçimi, önü, arxası, ve 'yan'ları olaraq beyinde oluşur. 'Yan' köksözü, addır, ve ''ıt'' soneki ile ''yanıt'' sözünü düzelir. Esgi Türkce'de ''ut'' soneki ile de yazılmış olsa da, indiki Türkce'de ve belli quralla göre, ''ıt'' soneki daha uyquun ve doğrudur. 'Yanıt' sözü hem Kaşqarlı'nın yazılarında, hem de Hacib Xas'ın yazılarında görünmekdedir. Bir durumun, veya sözün qarşısında, 'yan' tutaraq, ve öz 'yan'ını belli etmek üçün 'yan'ıt ve 'yanıt'lamaq sözü anlam bulur. Esgi yazılarda da, 'yan' anlamı daşıyan, bu söz, 'yan'a dönüş anlamını özünde gizli tutan bir duyqu danşıyır. Nece ki, kaşqarlı da 'yan'mağın, dönmek anlamına geldiğini söyleyir. ''Yoldan yanmaq'', o yoldan geri dönmek anlamına gelmekdedir. İndi, bu ''yanıt'' sözü, Türkiye'de ve başqa Türk ülkelerinde yavaş yavaş qullanılmağa başlamışdır. Daha çox bilincli quşaq ve kesimde qullanılan bu söz, özüne daha geniş biçim ve anlam alanı yaratmış durumdadır. Azerbaycan'da ve özellikle de İran işqalı altında olan Güney Azerbaycan'da budunsal bilincliğine yetişenler, Türk sözlerini daha çox qullanmalı, ve her durumda, Türkce sözlerini, başqa dillerden ve özellikle işqalçı milletlerin dillerinden gelen sözlere yeğlemelidirler.
Nece ki bilimsel olaraq, Güney Azerbaycan'da yayqın olaraq qullanılan, 'sual' ve 'cevab' sözünün Türkce'deki 'soru' ve 'yanıt' sözlerine daha üstün veya daha uyqun olduğuna heç bir neden bulunmamaqdadır.
İndi ki biraz, 'soru' ve 'yanıt' sözlerine anlambilim ve biçimbilim açısından bir göz atdıq, biraz da kişi düşünüş baxışından bu 'ikilik' durumuna baxalım. İlk baxışda, birine, 'soru'nun önceliklik daşıdığı ve ilketgen olduğu ve 'yanıt'ın bu ilketgene bir tepgi olaraq, ikincilik durumda olaraq, gerekli olduğu, görüne bilir. Ancaq, bu qavramlar daha oynaq ve daha sıvıdır. Nece ki, 'soru' özü demek bir 'yanıt'dan qalxmalı ve qaynaqlanmaqda olmalı, yoxsa, deyerlilik ve geçerliği olmaz. Nece ki, önbilimden qalxmayan bir 'soru', ilgiye değer değildir. Ona göre de, demek, 'yanıt' veya önbilginin 'soru'dan önce olmağı gerekliliği onu öncelikliğe qaldırır. Bu durumda, 'soru' yalnız, önceden edinilen bilğiye onay ve qanıt getirmeğe bir arac görünmekdedir. Nece ki, önbilgi olmadan, 'soru'nun olanağı bile göze alınmamalıdır. Demek, eşitdurumda, 'soru' 'yanıt'ı ve 'yanıt' 'soru'yu besleyib yetişdirmekdedir. Ancaq vurquladığımız kimin, bize göre, 'soru'nun yox, 'yanıt'ın önceliği ve öenmi var.
'Yanıt' dediğimiz, kişinin çevresinde, bir duruma, bir anlama, bir söze, veya bir oyquya, duyquya, tepgi olaraq gelişen bilincdir. Bu önbilinc, ve onun gelişmesi kişinin, özüne ve yaşadığı çevresine bilinci olduğundan gelişir. Tinbiliminde, özbilincin anlamı kişinin çevresine ve özüne tepgisi olaraq belirlenmekdedir. Bize göre, genelde yaşam, ve özelde kişi tepgisel bir varlıqdır. Bilinc gelişdikce de bu tepgisellik gelişmekdedir. Özü özünden bir şeyi olmayan, çevresinden ve toplumdan alan etgenlerin bombardımanında olan kişi, 'yan' gösterib, bilinclileşirken 'yanıt'ların yardımı ile, özünü 'soru'larla quşanmışdır. O, daha çox ve daha yararlı, etgenlere qarşı qoymaq üçün, ve onları yönlendirmeğe qalxdığı üçün, yeni yollarla, yeni 'yan'larla, yeni bilinclere ve 'yanıt'lara el yetirmelidir. Bu etgenlere 'yan' tutmalar ve onları yönlendirmek qalxışları, kişiye onun etgisel ve tepgisellikden uzaqlaşdığının yahaltısını verir. Bu da onun özgüvenine ve daha çox qalxışınıa yardımcı olur.
Ancaq, gerçek ve eseme, kişinin bu ikilik qasırqasından qurtulacağını umudlamır. Kişi beyninin, varlığın bilimsel gerçekleri ile uyuşuq ve tutuşuq nuqtelerinin az olduğu, bilinen beş alqı araclarının her an yalnış ve yahalmada olduğu, önbilinci ağır soru ve quşqu altına almaqdadır. Kişiye bilinen, en az güveniyle bilinen arac, onun her an yahaltıda olan beyni ise, bedensel ve yaşamsal isteklerden bir an bile qurtula bilemeyen bir durumda yaşayır ise, önbilice güvenin en az olduğu ve demek, bütün 'soru'ların, nece ki bilindiği kimin, heç bir 'yanıt'a veya daha çox bilince varacağı umudunda olmadığımızın umudsuzluğunda ve üzüntüsündeyik. Çevredeki etgenlere ve toplumdakı zorunlu eğitime tepgi olaraq gelişen ve bilinc, ve burda, 'yanıt'ı gelişdiren önbilinc belirlenen durum her an yalnış ve yahaltı içindedir. 'Soru'ları gelişdiren bu sözde önbilincden doğan 'yanıt'lar da, o varlığını gelişdiren parçaların ve öndönemlerden gelen sayrılıqları öz içinde daşımaqdadır. Ona göre de, qaçınılmaz olaraq, bu 'soru ile yanıt' kör duğumu sürecekdir.
Oğuz Türk
2013
Subscribe to:
Posts (Atom)